25 Temmuz 2016 Pazartesi

Yanlış beslenme sindirim sistemine zarar veriyor

Gaz yapıcı nitelikte olan gıdaların tüketimi bazı kişilerin sindirim sistemini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Baklagiller ve mısır gibi gıdaların aşırı tüketimi, ayrıca hızlı yemek yeme, lokmaları iyi çiğnememe ve yemek yerken konuşma gibi bazı yanlış beslenme davranışları da sindirim sistemine zarar veriyor.

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Serdar Akça, mekanik ya da beslenme hataları sonucu gelişen, bağırsak düğümlenmesi ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Bazı gıdalar sindirim sistemini zorlayabiliyor
Doğru beslenme, sağlıklı bir hayat sürmenin kilit noktalarından biridir. Tüketilen gıdaların içeriği ise kimi zaman sindirim sistemini zorlayabilmektedir. Özellikle rafinoz adı verilen şekeri içeren fasulye, mercimek, bezelye, lahana, brüksel lahanası ve brokoli gibi gıdaların sindirimi bazı kişiler için zor olabilir. Eğer sindirim sistemi bunu sindirmek için yeterli değilse görevi ince ve kalın bağırsak içindeki bakteriler üstlenir. Tüketim esnasında aşırı gaz oluşabilir, bu gazın bağırsaklarda ilerlemesinde ve çıkışında zorluk olursa bağırsak düğümlenmesi gelişebilir.

Gaz yapıcı gıdaların etkileri kişiden kişiye değişiyor
Yemek sonrası yaşanan şişkinlik hissi, çoğu zaman tuvalete çıkıldığında geçmektedir. Burada özellikle kişinin genel sağlık durumu, bağırsaklarının anatomik yapısı ve karın içindeki duruşu önemlidir. Bu yapılanma kişiden kişiye değişiklik gösterdiği için gaz yapıcı gıdaların her kişide bağırsak düğümlenmesine neden olmayacağı unutulmamalıdır. Ancak ülser gibi sindirim sistemi problemleri varsa veya daha önce karın bölgesinde cerrahi işlem yapılmış ise bu kişiler beslenmelerine özellikle dikkat etmelidir.

Yaş ilerledikçe süt tüketimi azalıyor
Sütte bulunan laktoz, yaş ilerledikçe bazı kişilerde rahatsız edici olabilir. Yaşla birlikte zaman içinde kişilerin vücudunda süt şekerini sindirecek enzim azalmaktadır. Araştırmalar da laktoz intoleransının erişkin nüfusta yüzde 30 olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yaşlandıkça insanlar süt içmeyi azaltır çünkü süt içince oluşan gazdan rahatsız olur. Böyle bir durumda süt miktarını rahatsız etmeyecek düzeye çekmek, yaş ilerledikçe de süt yerine yoğurt ve peynir tüketmek daha doğru olacaktır.

"Karnım balon gibi şişti" diyorsanız…
Sindirim sisteminin içerisindeki algı yapan sinirler, vücuttaki gazın size zarar verip vermeyeceğini belirlemektedir. İrritabl bağırsak sendromu olan kişilerde ise sinirlerin algısında bir sorun vardır. Aslında kişinin gaz problemi yoktur. Karnı balon gibi şişen kişilerin gaz nedeniyle şikayetleri varsa doktora gidip bunun nedenini araştırması ve doğru tedaviyi alması gerekmektedir.

Hazımsızlık ve şişkinliğe neden olan faktörler
Sindirim sistemindeki gazın kişiyi ne ölçüde rahatsız ettiği önemlidir. Aşırı gazdan şikayet eden insanların çoğunda yapılan ölçümlerde bağırsakta normal insanlardan daha fazla gaz tespit edilmemiştir. Ancak hastanın sık sık yaşadığı şişkinlik ve gaz problemi varsa mutlaka doktora danışmalıdır. Sindirim sistemine olması gerekenden fazla hava kaçmasına neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir:

• Lokmaları yetersiz çiğnemek
• Yemeği büyük lokmalar halinde yutmak
• Hızlı yemek yemek
• Yemek yerken konuşmak
• Midenin asit salgısında sorun olması
• Atrofik – kronik gastrit
• Aşırı yağlı yemek tüketilmesi
• Protein tüketiminin günlük miktarı aşması
• İnce bağırsaklarda parazit varlığı
• Şeker ya da karaciğer hastası olmak

İleri vakalara cerrahi müdahale gerekiyor
Aşırı gaz oluşması durumunda mekanik bir etki olmaksızın bağırsak düğümlenmesi yaşanıyorsa bağırsak hareketlerini artıracak bazı manevralarla durum kontrol altına alınır. Ancak bağırsak düğümlenmesi bazen çok ilerleyebilir ve kanamaya, duvarda incelmeye yol açabilir. Böyle durumlarda bağırsağı harekete geçirmek için cerrahi müdahale söz konusu olabilmektedir.

Hamileler son ay çalışmamalı

Bebek bekleyen kadınların, hamilelik dönemlerinin sekizinci ayından itibaren çalışmalarının sigara içmek kadar zararlı olduğu saptandı.

Essex Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, kadınların gebeliğinin son ayında çalışması, sigara içmeleriyle eşdeğer.

Araştırmaya göre, hamileliklerinin sekizinci ayından sonra çalışmaya devam eden kadınların bebekleri, gebeliğin altıncı ile sekizinci ayı arasında çalışmayı bırakan kadınlara göre daha az sağlıklı doğuyor. Gebeliklerinin son ayında çalışan kadınların bebeklerinin ortalama 230 gr daha hafif doğduğu ortaya çıktı.

Bebeğin gelişim süreci için tehlikeli

Söz konusu araştırma, ilerleyen dönemde bebeğin gelişim sürecinin tehlikeye girebileceğine dikkat çekerken, annenin gebelik sürecinde sigara içmesi kadar bebeğe zarar verdiğini ortaya koydu.

Gülümsemeye dair şaşırtıcı gerçekler: Hangi gülümseme ne anlama geliyor?

Gülümsemeye dair şaşırtıcı gerçekler: Hangi gülümseme ne anlama geliyor?
Vücut dili kullanımının en belirgin özelliklerinden olan gülümsemenin farklı çeşitleri, altında farklı anlamlar barındırıyor. Tıpkı hissederek gülümsemenin ve mutlu olmadığımız halde gülümsemenin karşımızdaki kişiler tarafından hissedilebiliyor olması gibi, nasıl güldüğümüzün de karşımızdaki kişiler tarafından algılanış biçimi farklılıklar gösterebiliyor.

Dudakları kapatarak gülümsemek


Dudaklar kapalı şekilde gülümsemek, gülümsemenin en yaygın olarak kullanılan çeşitlerinden biri. Kolay yapılabiliyor olması, gülümsemek istemediğimiz ancak gülümsememiz gereken durumlarda karşı tarafa kibar ve nazik bir tepki vermeyi daha kolay hale getiriyor. Dudaklar kapalı olarak gülümsemek, çoğunlukla samimi algılanmayan bir gülümseme biçimi. Gerçekten hissederek gülümseyen kişilerden dişlerini göstererek gülümsemelerini bekliyoruz. Her ne kadar orta dereceli bir samimiyet belirtisi olarak algılansa da, karşımızdaki kişinin gülümserken dişlerinin beyazlığına güvenmiyor oluşunun ya da dişlerindeki problemleri gizlemek isteyişinin de dudaklarını sıkı şekilde kapatarak gülümsemeyi tercih etmesinin sebebi olduğunu da aklımızın bir köşesinde bulundurmakta fayda var.

Kendini beğenmiş gülümseme


Kendini beğenmiş ve odağın kendisinde olmasını isteyen insanların çoklukla kullandığı bu gülümseme çeşidinde, dudaklar genelde kapalı ve gülümseme sağa ya da sola çekilmiş olarak bulunuyor. Zaman zaman dudakların aralık olduğu ya da üst dudağın biraz daha kalkık tutulduğu durumlarda da gözlenebiliyor. Dudaklarla birlikte kaşlarda da bir tarafı kaldırmak gülümsemeyi tamamlayıcı olarak kullanılabiliyor.

Kendini beğenmiş şekilde gülümseyen insanların bir çoğu bulunduğu ortamda lider konumunda olmak isteyen ve odak noktası olmak isteyen kişiler. Kalabalık bir ortamda iletişim kurduğunuz kişilere bir süreliğine bu şekilde gülümsemeye devam ettiğinizde sizinle konuşurken çok daha dikkatli ve gergin olduklarını hissedebilirsiniz.

Yarım gülümseme


Kendini beğenmiş gülümsemeye oldukça benzeyen bu gülümseme türü, asimetrik bir görüntü yarattığı ve tam olarak ne yaptığınızın anlaşılmaması nedeniyle en karmaşık ve en farklı tepkiler alabileceğiniz gülümseme çeşidi. Kendine güven, utanma, ilgi, kızgınlık, dominantlık gibi birbirinden çok farklı duyguları yansıtabiliyor.

Ağız açık gülümseme


Ağız açık olarak gülümseme, dişlerin tamamının gösterildiği gülümseme çeşidinden farklı olarak, kahkaha atarken çekilmiş bir fotoğraf görüntüsünü andırır. Bu gülümseme de, şaşırtıcı şekilde çoğunlukla yapay ve samimiyetsiz bir imaj yansıtır. Her ne kadar yapay olsa da, bu şekilde gülümseyen kişiler çoğunlukla umursamaz, ben merkezci ve eğlenceli kişiler olarak tanımlanır. Özellikle fotoğraflarda fotojenik görünmenin en kolay yollarından biri, tüm dişleri göstermek ve ağzınızı olabildiğince açmak. Tabii ki öğle yemeğinde dişinizde maydanoz kalmadığından ve dişlerinizin yeterince beyaz olduğundan emin olduktan sonra:)


Bu içerik http://www.uplifers.com/ tarafından hazırlanmıştır.


Bir boomads advertorial içeriğidir.


Kerevizin Kökü de Sapı da Çok Sağlıklı

Kereviz, sağlık açısından da önemli etkilere sahip bir sebze. Kerevizin pek çok faydası var. 

Bunların en başında, kanın pıhtılaşmasında önemli yere sahip olan K vitamininin güçlü bir kaynağı olması geliyor. K vitamin ile birlikte yüksek oranda A vitamini, fosfor ve potasyum, daha azmiktarlarda da B ve C vitamini, diğer mineralleri bünyesinde içerir. Kerevizin kökü ve sapının da çok sağlıklı olduğunu söyleyen beslenme uzmanı İpek Ağaca, kerevizin insan sağlığındaki önemini anlattı.

Kansere Karşı Kereviz

Kereviz, içerdiği yüksek antioksidan etkiye sahip flavonoidler sayesinde, kanser hücrelerinin çoğalmasını engellemeye yardımcı. Beyaz renkte bir sebze olması, liforanının yüksek olması, vitamin veminerallerden zengin olması bakımından kansere karşı koruyucu, detoks etkisine sahip bir sebze.

Kabızlığa ve Hipertansiyona Karşı Kereviz Sapı!

Suda çözünür posa bakımından zengin bir besin olan kereviz, bize sindirim sisteminin düzenli çalışmasında da kolaylık sağlar. Bunun için tek yapmamız gereken 1 adet kereviz sapını yoğurdumuza, salatalara vey ayemeklerimize ilave etmektir diyen beslenme uzmanı İpek Ağaca, kereviz sapının tansiyonu düşürmeye yardımcı bir sebze olduğu da belirtti.

Kereviz Ye; İdeal Kilonu Koru

Kereviz, düşük kalori içeren bir sebze. 100 gr kereviz sadece 16 kalori enerji veriyor. Etli veya zeytinyağlı yemeğini de tercih edebileceğinizi diyen Ağaca, çiğ şekilde rendeleyip bol yoğurt ve bir kaşık zeytinyağı ile karıştırarak salata halini de afiyetle tüketebileceğinizi söyledi.


Erkekler Neden Yalan Söyler?

Bazı erkekler hiç yalan söyleyemez, hemen gözlerinden, hal ve hareketlerinden anlaşılır. Bazıları da kendi kişilik değerlerini artırma amacıyla zararsız yalanlar söylerler. 

Erkeklerin en çok hangi konularda yalan söylediklerini belirlemek için yapılan araştırmada ilginç sonuçlara varılmış.

İşte erkeklerin en sık söylediği yalanlar...

Statü yalanı: 
Erkekler olayları biraz şişirmeye meraklı. En büyük arabalar onların, en önemli is yerlerinde onlar çalışır. Bu gösteriş hevesi kendilerini başkalarıyla kıyaslama düşüncesinden kaynaklanıyor.

Bilgi yalanı: 
Hiçbir bildikleri olmasa da, erkeklerin yüzde 84'ü bilgi sahibiymiş gibi davranıyor. Kendilerini sorun çözme konusunda yetenekli görüyorlar.

Duygu yalanı: 
"Bir problemin mi var?" erkeklere sorulduğunda, genelde "Hayır, yok!" derler. Zaaflarını açığa vermeyi sevmediklerinden bunları gizlerler.

Korku yalanı: 
Erkekler, cesur olmaları gerektiğini sanırlar. Onun için korkularını ve fobilerini (örümcek gibi) saklarlar.

Tembellik yalanı: 
Yaptıkları her şeyi abartılmış gerekçelerle savunmayı hoşlanırlar. Beyinlerinin arkasında yatan düşünce: Yaptıkları her şeyin bir anlamı olmasını isterler.

Kaytarma yalanı: 
Uzun süreli tartışmalardan kaçmak için, soruları hemen kısa bir "Evet" ile cevaplandırırlar. Örneğin "Beni halen seviyor musun?" veya "Bu elbise bana yakıştı mı?" suallerini.

Ağzından Çıkanla Aklından Geçen Farklı

Yalana ilişkin yapılan çeşitli araştırmalarda, erkeklerin söylediği ve aklından geçirdiği arasında dağlar kadar fark olduğu ortaya çıktı. Bunlardan bazı örnekler:

Söylediği: "Ben daha çok evime bağlı bir insan sayılırım."
Düşündüğü: "Kahvehanelerin çoğunda bana ayak basma yasağı konulduğundan beri."

Söylediği: "Neden bu kadar kıskanç olduğunu gerçekten anlamıyorum?"
Düşündüğü: "Sibel, Burcu ve Hülya Allah'tan öyle değiller."

Söylediği: "Çok çalıştığını görmek beni üzüyor."
Düşündüğü: "Sen temizliğini yaparken ben televizyon izleyeyim bari."

Söylediği: "Ne, çocuk yine ishal mi oldu?"
Düşündüğü: "Oysa bira içtikten sonra ne güzel hemen uykuya dalmıştı..."

Söylediği: "Her zaman için arkadaş kalabiliriz."
Düşündüğü: "Beni telefonla aramadığın sürece."


Yetişkinlerde Görülen Çocuk Hastalıklarına Dikkat!

Suçiçeği, kabakulak gibi hastalıklar çocukluk çağı hastalıkları olarak biliniyor. Ancak bulaşıcı olan ve dikkat edilmezse hızla yayılan bu hastalıklar yetişkinler için daha riskli olabiliyor. 

Memorial Şişli Hastanesi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Serap Bos, yetişkinlerde de görülen çocukluk çağı hastalıkları hakkında bilgi verdi.

Suçiçeği yetişkinlerde daha ağır seyrediyor
Suçiçeği çocukluk çağında geçirilmemişse yetişkinlik döneminde de görülebilmektedir. Hastalığa yakalananların çoğu doğal bağışıklık edinerek kendiliğinden iyileşmektedir. Çocukluk çağında geçirilen suçiçeği enfeksiyonu, yetişkinlikte geçirilenlere göre daha hafif seyretmektedir.

Yetişkinlerde ortaya çıkan suçiçeği enfeksiyonu bazen kanama ve pıhtılaşmayla ilgi sorunlara neden olabilmektedir. Trombosit denilen hücrelerin sayısında azalmaya sebep olan suçiçeği, pıhtılaşma faktörlerini etkileyebilmektedir. Bu durum hayati riske bile yol açabilmektedir. Bununla birlikte suçiçeği virüsü, beyne sıçrama yaptığında menenjit ve beyin iltihabına, akciğerde de enfeksiyona neden olabilmektedir. Anne adayları, özellikle gebeliğin son aylarında, suçiçeği hastalığına yakalanırsa mutlaka doktora başvurmalıdır. Gebelik sırasında geçirilen suçiçeği, bebekte ciddi sakatlıklar, zeka geriliği, göz problemleri, kol ve bacak anomalileri hatta bebeğin kaybına bile neden olabilmektedir. Bütün bunların önüne geçilebilmesi için en az bir doz suçiçeği aşı olunması önemlidir.

Kabakulak yetişkinlerde kısırlığa neden olabilir
Bulaşıcı bir hastalık olan kabakulak, daha çok kış sonunda ve ilkbaharda ortaya çıkabilmektedir. Sıklıkla 5-10 yaşlarındaki çocuklarda görülmektedir. Kabakulak çocukluk çağı olarak bilinmesine rağmen erişkinlerde de görülebilir. Tükürük bezi, beyin, böbrek, pankreas ve sinirlerde iltihap oluşumuna neden olabilmektedir. Kabakulak hastalığına yakalanan erkeklerde testislerin iltihaplanması olarak bilinen orşit gelişebilmektedir. Ergenlikten önce geçirilen kabakulakta bu durum söz konusu değildir. Özellikle erişkin erkeklerde kabakulak %25 oranında orşite neden olmaktadır. Sık rastlanmamakla birlikte iki taraflı orşit durumunda kısırlık gelişebilmektedir. Bunun yanı sıra hastalığın şiddetli seyrinde ve yayılmasından sonra sağırlık yaşanabilmektedir. Kadınlarda yumurtalıkların iltihaplanması sonucu kısırlığa neden olabilen kabakulak, gebeliğin erken döneminde ortaya çıkarsa düşük riskine yol açabilmektedir.

Çocuklar ebeveynlerine bulaştırabilir
El, ayak ve ağız hastalığı, çocuklarda oldukça yaygın olarak görülen virüslerin yol açtığı bir rahatsızlıktır. Genellikle okul öncesi çocuklarda görülmektedir. Hastalığa neden olan virüs burun ve boğaz salgısından geçebilir. Bu nedenle genellikle enfeksiyonu geçiren çocuklar önce ebeveynlerine hastalığı bulaştırmaktadır. Bu hastalık çocuklarda hafif ateşle ortaya çıksa da yetişkinlerde daha şiddetli ateş ve ciddi belirtilerle gözlemlenmektedir. Nadiren de olsa beyinde iltihaplanmaya yol açabilmektedir. Ateş başladıktan 1-2 gün sonra ağızda ağrılı yaralar oluşmaktadır. Boğazda ağrı ve iştahsızlıkla birlikte; ayak tabanı kalça, kol, bacak ve yüzde isilik meydana gelebilmektedir.

Kızamık ve kızamıkçık gebelerde daha tehlikeli hale geliyor
Kışın son döneminde ve ilkbaharda daha çok ortaya çıkan kızamık, ateş ve deride döküntülerle kendisini göstermektedir. Çocukluk çağı hastalığı olarak bilinse de, önceden bu hastalığı geçirmeyen yetişkinlere bulaşabilmektedir. İshal, akciğer, gırtlak ve orta kulakta iltihaba yol açabilen kızamık, bazı durumlarda tehlikeli olabilmektedir. Kızamık virüsü gebelikte bebekte bir anomaliye sebep olmamakla birlikte düşük ve erken doğum riski arttırmaktadır. Gebelik öncesi bağışıklığı olmayan kadınlar aşılanmalı ve aşıdan sonra 3 ay içinde gebe kalmamaları gerekmektedir. Gebelik sırasında kızamık aşısı yapılamamaktadır. Döküntü, hafif ateş ve lenf bezlerinde şişme gibi belirtilerle kendini gösteren kızamıkçık hastalığı da her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Gebelikte kızamıkçık hastalığına yakalanılması durumunda hastalık, anne karnındaki bebeğe geçebilmektedir. Kızamıkçık virüsü, anne üzerinde olumsuz bir iz bırakmazken bebekte kalp problemleri, duyma kaybı, zeka geriliği ve beyin hasarı gibi kalıcı etkilere neden olabilmektedir.

Hamilelikte spor yapanların şansı daha fazla

9 aylık hamilelik sürecinde anne adaylarını birtakım fizyolojik değişiklikler bekliyor.

İlk 3 ay yaşanan bulantı ve kusmalar 20. haftadan itibaren beliren karın büyümesiyle gelişen bel ve kasık ağrıları, bunlara sadece birer örnek. Oysa sağlıklı spor ve düzenli beslenmeyle bu sorunları aşmak mümkün.

Fransız dermokozmetik markası Lierac’ın anne adayları için verdiği eğitimde konuşan Kadın Hastalıkları ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Faruk Onur Başeğmez, sporun hamileler için faydalarını anlattı.

1- DAHA AZ KİLO: Yapılan araştırmalara göre spor yapan anne adayları yapmayanlar göre 7 kilo daha az kilo alıyor.

2-DAHA KOLAY DOĞUM: Kuvvetli karın kasları ve güçlü pelvik taban sayesinde normal doğumdaki ağrılara annenin itici gücü de eklenince rahat normal doğum kaçınılmaz hale geliyor. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre spor yapan kadınlarda yapmayanlara oranla normal doğum oranı yüzde 58 daha fazla.

3-DAHA DÜŞÜK DİYABET RİSKİ: 28-40 haftası arası rastlanan ani bebek ölümü, yüksek doğum ağırlığı gibi riskler taşıyan gebelik şekeri (gestasyonel diyabet) riski spor yapanlarda yüzde 27 daha az.

4-DAHA AZ KABIZLIK: Anne adayları gebelik boyunca östrojen hormonunun yükselmesi nedeniyle kabızlık ve buna bağlı gelişen hemoroitlerden şikâyet eder. Düzenli yapılan egzersiz ve sıvı tüketimi bu şikâyetleri büyük ölçüde azaltmaktadır.

5- DAHA ÇOK ENERJİ DAHA YÜKSEK MORAL: Gebelik boyunca çizgi film izlerken ağlayan anne adayları sıkça görülür. Düzenli yapılan spor anne adaylarının psikolojisi üzerinde olumlu etki yapar.

6- DAHA AZ SEZERYAN: Düzenli yapılan yoga, pilates ve esneme egzersizleri pelvik tabanı, relaksin denilen bir hormon aracılığıyla gevşetir ve bu sayede sezaryen doğum olasılığı azalır.

7-DAHA AZ ÖDEM: Hamileliğin son döneminde vücutta dolaşımda gelişen bir takım hormonal etkilerden dolayı bacak şişmeleri görülür. Düzenli egzersiz ile bu durum önlenebilir.

8- DAHA RAHAT UYKU: Gebeliğin son döneminde gelişen uykusuzluk için de düzenli spor birebir.

9-DAHA FİT BİR GÖRÜNTÜ: Gebelikte artan kilolar, karın kaslarının ayrılması (diastesis rekti) , şişen bacaklar tüm bunlar görsel anlamda anne adaylarını mutsuz eder. Düzenli egzersiz bu durumların gelişmesini engeller.

HANGİ TİP EGZERSİZ?
Egzersiz seçiminde hamileleri hamilelik öncesi spor yapan ve yapmayan anne adayları olmak üzere 2 gruba ayırmak gerekir. Yapılan çalışmalar gebelik öncesi aktif spor hayatı olan kişilerin gebeliğinde var olan bir risk olmadığı sürece rutin aktivitelerine devam etmesinde bir sakınca olmadığı yönündedir.

Gebelik döneminde spor yapmaya başlayacak anne adayları ise yürüyüş, yüzme, gebelik pilates, fitness ve yoga yapabilir. Ancak tüm bunlar konusunda deneyimli kişisel antrenör takibinde yapılmalıdır. Çünkü bütün bu antrenmanlar için gebeliğe özel durumlar ve hareketler olacaktır.

Basit Bir Soğuk Algınlığı Sinüzite Dönüşebilir

Zonklayıcı baş ağrısı, burun akıntısı ve tıkanıklık şikayetleri ile kendini gösterebilen sinüzit, yaşam kalitesini düşüren önemli rahatsızlıkların başında geliyor. 

Sinüs enfeksiyonu yayılım gösterdiği takdirde yüz kemiklerinde iltihaplanmalara, körlüğe hatta menenjitten beyin apsesine kadar birçok ciddi tabloya neden olabiliyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Fikret İleri, sinüzit ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Soğuk havalara dikkat edin
Viral üst solunum yolu enfeksiyonları sinüzitin en önemli sebeplerinden biridir. Çok fazla önemsenmeyen bir soğuk algınlığı sinüzitle sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla bu konuda çok dikkatli olmak ve hastalığın bulaşmaması için tedbir almak veya bulaşmışsa tedavi olmak çok önemlidir. Özellikle alerjik rinit sorunu olan kişilerin mutlaka tedavi olmaları gerekmektedir. Ayrıca burun içinde anatomik bozukluğu bulunanlar, sigara ve alkol gibi alışkanlıkları olanlar da sinüzite daha sık yakalanmaktadır.

Vakit kaybetmeden uzmana başvurulmalıdır
Ayrıntılı bir hasta öyküsü ve fiziki muayene sinüzit tanısı için çok önemlidir. Uygun antibiyotik kullanımı önerilebilir. Antibiyotiklerin yanında destek tedavisi de faydalı olmaktadır. Akut vakalarda tedavi süresi genellikle 2 haftayı bulmaktadır. Kronik vakalarda ise alta yatan hastalığın tedavisinin yanında ilaç tedavisi yaklaşık 1 ay sürmektedir.

Cerrahi yöntemle başarı oranı çok yüksek
Hastalığın kronikleştiği durumlarda uygun ilaç tedavisine yanıt alınamadığında cerrahi tedavi gündeme gelmektedir. Bunun yanında eğer enfeksiyon göze, beyine ve çevre kemik yapılara yayılmışsa yani komplikasyon gelişmişse yine cerrahi tedavi devreye girmektedir. Cerrahi tedavide yaygın olarak ‘endoskopik sinüs cerrahisi’ kullanılmaktadır. Kronik bakteriyel sinüzitlerde cerrahi tedavinin başarı şansı oldukça yüksektir.

Sinüzitte doğru bilinen yanlışlara dikkat
Sinüzitten korunmak için genel direnci düşürebilecek yorgunluk, uykusuzluk ve dengesiz beslenmeden uzak durulması, ıslak saçlarla soğuk havaya çıkılmaması, klima kullanımına dikkat edilmesi, yaşam alanındaki havanın neminin çok düşük olmamasına özen gösterilmesi çok önemlidir.

Sinüzitle ilgili yanlış bilinenler ise şöyle sıralanabilir:

“Baş ağrısı genellikle sinüzit belirtisidir”
Yanlış! Baş ağrılarının yaklaşık yüzde 85’inin kaynağı gerilim tipi baş ağrıları, yüzde 10’u migren, sadece yüzde 5’i ise sinüzit benzeri sorunlardır.

“Geniz akıntısı sadece sinüzitte ortaya çıkar”
Yanlış! Geniz akıntısı birçok nedene bağlı olarak gelişen bir belirtidir. Reflü ve alerjik rinit benzeri pek çok hastalık ve hava kirliği ile sigara alışkanlığına bağlı olarak görülebilir.

“Sinüzit bir enfeksiyon hastalığıdır”
Yanlış! Enfeksiyon sinüzit hastalığının sadece bir formudur. Geniş bir hastalık grubu olan sinüzitin nazal polip formu, gerek sebebi gerekse tedavisi tamamen farklı bir hastalıktır.

“Sinüzit ameliyatından sonra hastalık genellikle nükseder”
Yanlış! Uygun tanı ve uygun yapılan cerrahinin başarısı yüzde 90’ın üzerinde seyretmektedir.

Yiyelim, içelim güzelleşelim

Sonbaharın son ayında doğal yollarla güzelleşmeye ne dersin? Yıllar geçse de takvimden, cildinin genç ve güzel kalması senin elinde. Nasıl mı? Bu kış mutfağını gerçek bir güzellik merkezine dönüştürmeni istiyoruz. 

Unutma içten gelen güzellik için doğadan beslenmen gerekiyor. Bunun için mutfak alışverişini doğru yapman gerekiyor. İşte Diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar’dan yedikçe ve içtikçe hem bedenini hem de ruhunu güzelleştiren tüyolar;

EN GENÇ BESİNLER İLE YILLARA MEYDAN OKU


Kadın erkek farketmez, olduğundan daha genç görünmek herkesin rüyası... Unutma ki, ışıldayan, gencecik ve sıkı bir cilde sahip olmak için en iddialı kozmetik ürünü mutfağındaki besinler. Senin için mutfağındaki en genç besinleri sıralıyoruz. 3 hafta sonra değişime sen de tanık olacaksın.

DOĞADAN GELEN İYİLİK: YEŞİL ÇAY-BEYAZ ÇAY

Günde 3 fincan yeşil çay veya beyaz çay içerek cildini bakıma sokabilirsin. Nasıl mı? Yeşil çay ve beyaz çayda bol miktarda bulunan kateşinlerden Epigallokateşinler, bilinen en ünlü cilt dostlarından biridir. DNA hasarını engelleyerek cildinizi içten yapılandırır ve onarır.

Vücudunu hem içten hem de dıştan güzelleştirmek için içtiğin yeşil çay poşeti ile gözlerine rahatlatıcı kompres uygulayabilirsin.

PÜRÜZSÜZ GÖZ ÇEVRESİ İÇİN:BADEM SÜTÜ

Göz çevrendeki kırışıklıklar için bir çözüm arıyorsan sana önerimiz badem sütü olacak. Yatmadan 2 saat önce 1 su bardağı badem sütü içerek yıllara meydan okuyabilirsin.

DENİZDEN GELEN MUCİZE: BALIK

Balığın en değerli kısmı şüphesiz yağıdır. Balık yağının faydaları saymakla bitmiyor.

Yağ yakımını hızlandırıp forma girmeni kolaylaştırıyor.
Kolesterol düzeyini artırıp damarlarının genç kalmasını sağlıyor.
Beynin yaşlanmasını geciktiriyor.
Cilt elastikiyetini koruyup cildinin yer çekimine karşı meydan okumasını sağlıyor.

Sana önerebileceğimiz en genç ve güzel balık alternatifi somon. Haftada 2 gün mutfağından somonu eksik etme.

PARLAK BİR CİLT İÇİN: KARABUĞDAY

Kafkasların ve Rusların cilt güzelliklerinin sırrını açıklıyoruz: Karabuğday... Öğle öğünlerinde tercih edeceğin karabuğday salatası düzenli kan dolaşımı sağlayarak parlak, pürüzsüz cilde sahip olmana yardımcı olacak.

AVOKADO YAĞIYLA GENÇLEŞ!

Salatana 1 tatlı kaşığı zeytinyağı yerine 30 g avokado ekleyerek avokadonun içindeki kaliteli yağ sayesinde gençleşebilirsin. İçten ve dıştan çifte etki yaratmak istiyorsan avokado kabuklarını göz çevrene uygulayarak kırışıklıkların için maske yapabilirsin.

KAZ AYAKLARINA SON!

Beslenmende genç besinlere yer vermek için kaz ayaklarının ilk belirtilerini bekleme. A vitamini içeren besinler cildin yenilenmesini hızlandırır ve kırışıklıkları önlemek için kolajen üretimini destekler. O zaman ne duruyorsun; A vitamini bakımından zengin havuç, balkabağı, ıspanak,yumurta, portakal, kayısı gibi daha birçok besine beslenmende daha sık yer ver.

İÇELİM GÜZELLEŞELİM

Cildin güzellik iksirinin su olduğunu tekrar etmeme gerek yok sanırım. Su, hücrelerin ve bağ dokularının dolgu ve destek gereksinimini karşılıyor. Unutma ki su tüm canlıların yaşam kaynağı olduğu gibi, derinin de genç kalabilmesindeki en temel unsurdur.

Diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar
Sonbahar ve kış aylarında havadan dolayı cildin kurumaya daha eğilimlidir. Havalar soğuduğu için su içemiyorum gibi sudan bahaneler bulma. En çok su içmen gereken mevsimlerdeyiz unutma!

Günde 2-2.5 litre su içerek güzelleş.

STRESE SON VER, GÜZELLEŞ

Seni strese sokmak için söylemiyoruz ama stres cildini yaşlandırıyor bu bir gerçek. Nasıl mı? Stres gibi cildinde kuruma ve yaşlanmaya neden oluyor. Stresin bedeninde ne gibi etkiler oluşturduğunu da öğrendiğine göre artık cildini stresden korumalısın.

İşte bunun için beslenme planında yer vermen gereken 5 anti-stres besin; yulaf, buğday ruşeymi, badem, yumurta, yoğurt.

Eğer çok stresli bir işin var ve sürekli baskı altındaysan unutma, senin cildine çok daha iyi bakman gerekiyor!

İŞTE GEÇLİK İKSİRİN…
Ne yersen cildine yansıyacağını unutma! Sağlıklı, formda bir hayat için pozitif düşün, bedenini ve ruhunu doya doya sağlıkla besle.

Kanserde Akıllı Test Dönemi

Türkiye'de ilk kez uygulanmaya başlayan yeni yöntem kanser hücrelerini yakalıyor, sayılarını tespit ediyor, hatta kanserin türünü söylüyor. Üstelik bunları basit bir kan örneğinden yapıyor. 

Tümörler henüz mevcut yöntemlerle tanımlanamayacak kadar küçükken bile dolaşan kana hücrelerinin geçebildiğini biliyoruz. Bu yeni sistem sayesinde kanser hücreleri yakalanıyor ve dolaşan kan hücrelerinden ayırt edilerek tanımlanıyor.

Kanserde bambaşka bir bakış açısı getiren bu yeni sistem, Anadolu Sağlık Merkezi tarafından Türkiye'de ilk kez hizmete sunuluyor. Bu yeni teknoloji hakkında bilgi veren Anadolu Sağlık Merkezi Patoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Baloğlu, "Kanser hastalığının tanısı için klasik olarak tümörün belirli bir boyuta gelmesi gerekiyor. Fakat yeni yöntem sayesinde artık tümör belirli bir boyuta erişmeden ve başka bir organ ya da dokuda kitle oluşturmadan tespit edilebiliyor" dedi.

Sağlık sektörü için büyük önem taşıyan Amerikan İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanan gelişmiş bir CTC sistemi Anadolu Sağlık Merkezi tarafından Türkiye'de ve yakın coğrafyada ilk kez kullanılmaya başlıyor. Bir tüp kanda bulunan kan hücrelerini ve kanser hücrelerini ayırt edebilen yeni yöntem sayesinde kanser en erken evrede teşhis edilebiliyor. The Edition Otel'de gerçekleşen toplantıda basit bir kan örneği ile erken bir dönemde kanda dolaşan tümör hücrelerinin yakalanmasını sağlayan bu teknolojiyi ve kanser hastalığı için sağlayacağı muhtemel katkıları anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Patoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Baloğlu, erken teşhisin tedavide sağlayacağı değişiklikleri, hastalara sağlayacağı avantajları, kanser türüne ve yayılımına göre belirlenecek kişiselleştirilmiş tedavilerin önemini ele aldı.

Kan verme sorunu olmayan herkese uygulanabiliyor
Yeni teknolojinin kan verme sorunu olmayan her hastaya uygulanabileceğini dile getiren Prof. Dr. Hüseyin Baloğlu, "Hastadan alınan bir tüp kan özel bir cihazla inceleniyor. Alınacak kan için hastanın aç ya da tok olması fark etmiyor. Hatta kan almak için hastanın gelmesi gibi bir şart da yok. Ancak sağlıklı bir sonuç için, gün içinde alınan kanın normal oda ısısı şartlarında 48 saat içinde işleme konması zorunlu. İlk aşamada, alınan kanın içindeki normal kan hücreler ayırt edilirken; bazı özel algoritmalar aracılığıyla, başka hücre yapıları olup olmadığı da tespit ediliyor. Bu sayede sistem, kanın kendi hücrelerini ekarte eden diğer hücreleri içeren bir sıvı veriyor. İkinci aşamada, bu sıvı içinde kanser hücresi olup olmadığı, kanserli hücrelerin moleküler özellikleri baz alınarak inceleniyor.

Söz konusu özellikler mevcutsa ve hücrelerin sayısı belirli bir miktarın üstündeyse kanser hücresi olarak tanınabiliyor. Böylelikle yeni yöntem hem kanserli hücreleri yakalıyor hem sayısını gösteriyor hem de hangi tip kanser olduğunu anlamak için sonraki incelemelerde kullanılacak özelliklerde kanser hücresi yakalayıp veriyor. Tüm bu aşamalar toplam 6-8 saatte tamamlanabiliyor" dedi.

Kişiselleştirilmiş tedavi sağlıyor
Türkiye'de ilk kez uygulanacak olan bu yeni yöntem ile kanser teşhisi konulan kişinin tedavi süreci de izlenebiliyor. Eski sistemde kanser tümörlerinin tedaviye olumlu/olumsuz ya da nötr yanıt verdiği 3 ay sonunda belirlenebilirken; yeni teknoloji sayesinde tedavi öncesi ve sonrası kandaki hücre sayısı net bir şekilde saptanıp karşılaştırılabiliyor. Kanser tedavisinde en gelişmiş sistem olan bu cihaz sayesinde tedaviden kısa süre sonra kanser hücrelerinin sayısında herhangi bir azalma olup olmadığının incelenebildiğini belirten Prof. Dr. Baloğlu, bu teknolojinin tedavinin gidişini değiştirebilecek kişiselleştirilmiş kanser tedavisi uygulanmalarına yönelik incelemeler için de önemli bir olanak olduğunu belirtti.

Kanser hücrelerinin türünü de saptayabiliyor.
Prof. Dr. Baloğlu, "Bu gelişmiş teknoloji ile mevcut kanserli hücreleri kanda yakalayarak hücreleri moleküler özelliklerine göre ayırt edebiliyoruz. Bu işlemler sonunda tümörün hangi organdan kaynaklanmış olabileceği konusunda da bilgi sahibi olabiliyoruz" dedi.

Meme Ameliyatı Yaptıracaklar Dikkat

Meme estetiği günümüzde en sık başvurulan estetik yöntemlerden biri. Ancak uzmanlar, hastaları olabildiğince az iz bırakan teknikler tercih etmeleri konusunda uyarıyor. 

Meme büyütmede hastalar son dönemde ameliyatsız yöntemlere yönelse de hyalüronik asit içeren maddeler kullanılması, meme dokusunda kist oluşumu ve meme içinde enfeksiyon gelişimi gibi bazı negatif etkilere yol açabiliyor. Bu nedenle meme büyütmede en güvenilir yöntem, hala meme silikon protezi uygulaması.

Medical Park Hastanesi Ankara Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü'nden Op. Dr. Ahmet Işıkdemir meme estetiği ameliyatlarında uygulanan son gelişmeleri ve dikkat edilmesi gereken noktaları değerlendirdi. En ideal görünümün meme bölgesinin ölçülerine göre belirlendiğini söyleyen Op. Dr. Işıkdemir, meme estetiği konusunda yapılmaması gerekenler konusunda uyarılarda bulundu:

MEME BÖLGESİNİN İDEAL ÖLÇÜSÜNE DİKKAT!
Kadınlar çeşitli sebeplerle meme büyütme, küçültme veya dikleştirme için doktora başvuruyor. Burada önemli nokta, doğru teknik ile kişiye doğru ölçülerde bir görünüm sağlayabilmektir. Yapılan son çalışmalarda memenin her bölgesinin ölçü standartları belirlenerek, en ideal ve güzel görünen şekil tanımlanmıştır. Bu nedenle meme estetiği operasyonu yapılacak hastaların bazı kriterlere dikkat etmesi gerekir.

Ameliyat sırasında meme ucunun alt kısmından yeterli miktarda doku çıkartılmalı, böylece ameliyat sonrası meme ucunun altında kalan bölgelerin sarkık veya fazla dolgun olması önlenmelidir. Bu bölge gevşek olmamalı, uzunluğu da fazla olmamalıdır. Aynı zamanda meme ucunun üstünde kalan meme dokusunun dolgunluğu da sağlanmalıdır ve burası dış bükey yapıda olmalıdır. Meme ucunun fazla kaldırılmasından kaçınılmalıdır.

EN AZ İZ BIRAKAN TEKNİKLERİ TERCİH EDİN
Memenin protezle büyültülmesi işlemi meme kahverengi dairesinden 2.5 - 3 cm'lik bir izle yapılabilmektedir. Diğer yandan laparaskopik cihazlarla koltuk altı bölgesinden yapılan ameliyatlar daha gizli bir ize sahip olduğu için tercih edilmektedir. Meme estetiği ameliyatı için olabildiğince az iz bırakan teknikler tercih edilmelidir.

Son dönemde daha doğal görünüm için protezin etrafına yağ dokusu enjeksiyonu yöntemi ile beraber implant uygulamaları da yapılmaktadır. Proteze bakıldığında memenin üst ve altından gözükmesi, dokunulduğunda ele gelmesi istenmeyen bir durumdur. Yağ dokusu bu kamuflajı sağlar. Yani bu teknikle bakarak ve dokunarak protez konulduğunu anlamak daha da zorlaşmıştır.

YÜZDE 11'İNDE KAPSÜL KONTRAKTÜRÜ GÖRÜLÜYOR
Meme estetiğinde konulan protez çok nadir de olsa uzun vadede bazı sorunlara yol açabilir. Meme protezleri ömürlük planlanıp yapılsa da son çalışmalarda hastaların yüzde 4'ünde protez patlaması olasılığı bildirilmiştir. Hastaların yüzde 11'inde ise memelerde sertlik, ağrı ve şekil bozukluğu olarak hissedilen kapsül kontraktürü (adalenin inatçı bir şekilde kısalmasından dolayı eklemin anormal bir postür alması) gelişimine rastlanmaktadır.

AMELİYATSIZ ENJEKSİYON YÖNTEMLERİ GÜVENLİ Mİ?
Son dönemde ameliyatsız yöntemler de hastaların başvurduğu yöntemler arasındadır. Bu yöntemlerde daha çok hyalüronik asit içeren maddeler enjekte edilmektedir. Hyalüronik asit normalde meme hariç tüm dokularda güvenle kullanılabilmektedir. Ancak meme dokusunda kist oluşumu, meme içinde enfeksiyon gelişimi gibi bazı etkiler bilimsel raporlarla bildirilmiştir. Meme büyütmede en güvenilir yöntem, hala meme silikon protezi uygulamasıdır.

KİST OLUP OLMADIĞI KONTROL EDİLMELİ
Bir diğer yöntem ise kök hücre uygulamalarının yağ dokusuyla birleştirilmesi ile yapılmaktadır. Bu yöntem meme dokusuna uygulanabilir ama bu uygulama için hasta seçimi çok önemlidir. Her hastaya uygulama yapılamaz. Hastaya uygulama yapabilmek için aile geçmişinde kuvvetli meme kanseri hikayesi olmamalı ya da hasta meme kanseri geçirmemiş olmalı. Öncesinde görüntüleme yöntemleri ile hastada 1 cm üzerinde fibroadenom ya da kist olmadığı kontrol edilmelidir. Uygulama sonrası enjekte edilen yağ dokuları, memenin az olan volümünü artırıp, sağlıklı büyümesine yardımcı olur. Meme ölçüsünde fazla bir büyütme istemeyen hastalar için uygun bir yöntemdir.

KÜÇÜLTMEK İÇİN EN UYGUN TEKNİK LE-JOUR
Meme küçültme ve toparlama için en uygun tekniklerden biri az izli bir teknik olan 'le-jour'' tekniği başarı ile uygulanmaktadır. Meme ucunun kahverengi dairesinin kenarında ve bu daireden meme oluğuna inen bir izden bu ameliyat yapılabilmektedir. Halk arasında bu ize 'lolipop şekeri izi' adı verilmiştir. Eskiden 'ters t' ya da 'çapa izi' denilen çok daha fazla olan izler kalmaktaydı. Bu izler ek olarak meme iç kısmına ve koltuk altı hizasına uzanmaktaydı.

MEME – KARIN GERME AMELİYATI BİRLİKTE YAPILABİLİR
Son gelişmelerle birlikte kozmetik meme cerrahisi ve kozmetik karın germe operasyonları birlikte güven içinde kombine edilebilirler. İyileşme süreleri birlikte iyileşme olduğundan uzamaz. Ayrı yapıldığı duruma göre anestezi sayısı teke düşer ve toplamda süresi kısalır. Hasta daha erken sosyal yaşamına döner.

Çocuklarda Kanserin 8 Belirtisine Dikkat

Çocuklarda en sık görülen ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alan kanserin belirtileri, birçok sıradan çocuk hastalığında da görülebiliyor. Bu durum hastalığın erken dönemde teşhis ve tedavi edilmesini engellediği için belirtiler konusunda son derece dikkatli olunması gerekiyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Çocuk Onkolojisi Bölümü'nden Doç. Dr. Ahmet Demir, çocukluk çağı kanserleri ve belirtileri hakkında bilgi verdi.

Tümörlerde erken tanı çok önemli
Çocuklarda en sık görülen kanserler sırası ile; lösemiler, beyin tümörleri, lenfomalar, böbrek ve böbrek üstü bezi tümörleri, yumuşak doku tümörleri, kemik tümörleri, bazı organ tümörleri ve retinoblastom yani göz tümörleridir. Toplumda lösemilerle ilgili farkındalık daha üst düzeylerdeyken, tüm çocukluk çağı tümörlerinin %75'ini oluşturan solid tümör ve lenfomalarda farkındalık daha düşük düzeydedir. Üstelik bu tümörlerde erken tanı çok önemlidir ve bu nedenle toplumsal farkındalığı artırmak gerekmektedir.

Bu belirtilere dikkat!
Çocukluk çağında görülen kanserler açısından uyarıcı nitelikte olan belirti ve bulgularla karşılaşıldığında geç kalınmadan doktora başvurulmalıdır. Çocuklarda kanserlerin 8 uyarıcı belirtisi şu şekilde sıralanabilir:

1) Çürüklerin kolay oluşması, diş etleri, burun ve ciltte tekrarlayan kanamaların görülmesi
2) Nedeni henüz tespit edilememiş yorgunluk, bitkinlik ve halsizlik
3) Baş ağrısı ve bu ağrıya sabahları mide bulantısı olmaksızın kusmanın eşlik etmesi
4) Nedeni açıklanamayan ve uzun süreli ateş
5) Diyet yapmaksızın son altı ayda %10'dan fazla kilo kaybetmesi
6) Boyun, karın veya vücudun herhangi bir yerinde şişlik ortaya çıkması
7) Kemik ve eklemlerde uzun süren ağrılar

Bebek ve çocuklarda "lökokori" denilen kedigözü görüntüsünün ortaya çıkması. Günümüzde nerdeyse bebeğin her anının fotoğraflandığı dikkate alındığında bir göz tümörü olan retinoblastomun erken tanısı daha kolay olabilir. Fotoğraflarda bebeğin göz bebeği beyaz ise bu durum önemsenmeli ve mutlaka araştırılmalıdır.

Kanser belirtilerini çocuk hastalıklarının belirtileriyle karıştırmayın
Burada dikkat edilmesi gereken nokta çocuklarda görülen bazı semptom ve bulguların, sık görülen çocukluk çağı hastalıkların belirtileriyle karıştırılmamasıdır. Örneğin; boyunda bezelerin ortaya çıkması çoğunlukla üst solunum yolları enfeksiyonun bir belirtisidir. Ancak makul bir sürede geçmiyorsa veya antibiyotiğe yanıt vermiyorsa bu tablo lösemi, lenfoma, nöroblastom, tiroit kanseri veya yumuşak doku tümörüne de işaret edebilir. Ateş de çoğunlukla çocuklarda enfeksiyonlara bağlıyken seyrine göre lösemi, lenfoma, Ewing sarkomu veya nöroblastoma da bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Sık görülen ve sıradan çocuk hastalıklarının belirtileriyle karıştırılan bulgulardan bir diğeri de kemik ağrılarıdır. Bu ağrılar, çoğunlukla büyüme ağrıları olarak görülse de özelliklerine göre kemik tümörü, lösemi, lenfoma veya nöroblastoma kaynaklı da olabilirler. Burada en önemli nokta bu sık görülen belirtilerin olağandışı özelliklerinin tespit edilerek tedaviye zamanında başlanmasıdır.

Baş ağrısı ve karın şişliğini önemseyin
Çocukluk çağı kanserlerinin sık görülen bir diğer belirtisi baş ağrılarıdır. Tekrarlayan, sabahları yatar pozisyonda ortaya çıkan, şiddeti giderek artan ve uykudan uyandırabilecek nitelikteki baş ağrıları tümör varlığına işaret etmektedir. Karında şişlik ile birlikte ağrı, ateş, küçük ve büyük tuvaleti yapamama, kanlı idrar, karın cildinde damarların belirgin hale gelmesi çocuğun yaşına göre farklı karın içi tümörlerin belirtisi olabilir. Çocuklar, banyo yaptırılırken, kıyafetleri giydirilirken karın şişliği açısından gözlemlenmeli ve karın bölgesine dokunulurken ele herhangi bir sertlik gelir ise derhal hekime başvurulmalıdır.

Geç kalmadan çocuk onkoloğuna başvurulmalı
Çocuklarda kanserin semptom ve bulguları birçok sıradan çocukluk çağı hastalıklarında da görülebilir. Bu nedenle hemen kaygıyla yaklaşılmamalıdır. Ancak olağandışı seyir gösteren belirtilerin olması durumunda mutlaka bir çocuk onkoloğuna başvurulması gerekmektedir. Hastalığın erken teşhis edilmesi, daha kısa sürede ve başarılı bir şekilde tedavi edilmesini sağlayacaktır. Çocukluk çağı kanserleri teşhis edildikleri andan itibaren aile ve çocuk için uzun soluklu bir sürecin başlangıcıdır. Bu süreç tam teşekküllü bir onkoloji merkezinde, alanında deneyimli hekimler, psikologlar, sosyal gelişim uzmanları ve diğer çocuk hastalıkları branşlarının ortak çalışması sayesinde daha başarılı ve daha kolay yönetilebilir hale gelmektedir.


Bebeklerin yemekle ilişkisini anneler bozuyor!

Pek çok kişinin yeme bozukluğu anne karnında başlıyor. Annelerin hatalı davranış kalıplarının ilerde çocuklarının obeziteye yakalanma riskini arttırdığı belirtilirken özellikle hamilelikte yapılan diyetler konusunda anne adayları uyarıliyor.

Türkiye’de Korkma Ye-Vata Prensibi’yle İncelme ile tanınan uzman psikolog bu kez de anneleri uyardı; “Çocuklarınızın ilerleyen yıllarda obeziteye yakalanmamasını istiyorsanız, hamileliğiniz sırasında diyet yapmayın ve çocuklarınızı her ağladığında yemekle susturmayın”

İlk kitabı Korkma Ye-Vata Prensibiyle İncelme ile beslenme ve sağlıklı zayıflamayla ilgili tüm bilgilerimizi alt üst eden Psikolog Zaza Yurtsever, obetize sorununun çözülmesinde annelere büyük görevler düştüğünü söylüyor. Annelerin hatalı davranış kalıplarının ilerde çocuklarının obeziteye yakalanma riskini arttırdığını dile getiren Yurtsever özellikle hamilelikte yapılan diyetler konusunda anne adaylarını uyarıyor: Pek çok kişinin yeme bozukluğu anne karnında başlıyor. Beslenme alışkanlıkları konusunda sağlıklı bireyler yetiştirmek annelerin elinde.

Bebeğinize kıtlık bilinci aşılamayın!
Anne adaylarının hamilelikleri sırasında diyet yapmaları halinde bebeklerinin ileride obeziteye yakalanabileceğini belirten Yurtsever, “Anne karnındaki bebek, direkt annenin aldığı besinlerler sayesinde gelişir. Annenin az besin alması halinde bebek de otomatik olarak az beslenir. Bu durumda bebeğin aldığı mesaj kıtlıkla dolu bir dünyaya doğacağı yönündedir. Mümkün olduğunca çok beslenmesi gerektiği ve aldığı besinin büyük bir bölümünü kıtlık zamanlarında depolamak üzere saklaması gerektiği bilgisi bilinçaltına işler. Bu bilgiyle dünyaya gelen çocuk da otomatik olarak fazlaca gıda alır ve aldığı gıdayı daha az enerjiye çevirerek depolar” diyor.

Bebeği her ağladığında beslemek hatalıdır!
Annelerin bir başka beslenme bozukluğuna yol açan davranışının da bebeklerini ihtiyaçlarından fazla beslemek olduğunu dile getiren Zaza Yurtsever, “Anneler içgüdüsel olarak bebeklerinin mutlu ve sağlıklı olmasını ister. Bu nedenle de kimi zaman hatalı davranış kalıpları geliştirirler. Bebeklerini ne kadar sık beslerlerse o kadar doğru davranmış olacaklarını düşünerek, bebekler her ağladığında onları besleyen annelerle karşılaşıyoruz. Oysa ki bebeklerin belli miktarda besine ihtiyaçları vardır. Bebek, kimi zaman ilgi görmek, kimi zaman bir ağrısı olduğu için, kimi zamansa uykusu geldiği için ağlar. Ağzına bir şeyler verilen bebek de otamatikman ağlamayı kesmek zorunda kalır. Böyle bir durumda da anneler doğru davrandıklarını düşünürler. Oysa ki bebek aç değildir” diye konuşuyor.

Duygusal durumunuz yeme atağı yaratmasın!
Bu tip beslenen çocukların, ilerleyen yıllarda her türlü duygusal sorununu yemek yiyerek bastırmaya çalışacağını dile getiren Yurtsever, “Emotionaleating-yani duygusal yeme durumları ihtiyacı bu tip yetiştirilen çocuklarda büyük bir sıklıkta görülüyor. Kızgınlığını, üzüntüsünü, ilgi görme ihtiyacı oluştuğunda buzdolabının kapağını arayalıp yiyecek bir şeyler aramaya başlıyorsanız, kökeninde bu tip bir beslenme yatıyor olabilir” dedi.

Baba adayının doğum sürecindeki 8 kaygısı...

"Eşim yolda doğurursa?", "Doğum neden bu kadar uzun sürdü?" ve daha niceleri... İşte baba adaylarını doğum öncesi ve sırasında en çok kaygılandıran 8 şey...

Hamilelik öncesi ve sonrası eğitimleri, ebelik desteği ve kadın sağlığı ile ilgili tüm hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik hizmetler sunan Hamile Okulu'nun kurucusu Ebe Asude Oflaz, ülkemizde baba adaylarının doğum öncesinde yaşadıkları kaygılara dair açıklamalarda bulundu.
İşte baba adaylarının doğuma dair 8 temel kaygısı:

Ya Yolda Doğurursa?

Doğum, uzun, yavaş ve giderek hız kazanan bir süreçtir. İlk kez bebek sahibi olacak olan babalar bu korkuyu daha sıklıkla yaşarlar. Özellikle ilk doğumlarda hazırlık fazı ortalama
12-24 saat sürebilir. Anne-baba adayı bu zamanı rahatça evinde geçirebilir. Erken hastaneye gitmek, doğumu çabuklaştırmak adına gereksiz müdahalelere sebep olacaktır. En doğru zamanda hastaneye gitmek için evde profesyonel bir ebe desteği almak en doğru karar olabilir.

Doğuma Kaç Kişi Gidelim?

Doğumun doğal ilerleyebilmesi için annenin mahremiyetinin korunması en önemli faktörlerden biridir. Çünkü doğum içgüdüsel bir eylemdir. Mahremiyeti sağlandığı anda anne, tamamen kendi içine döner ve doğumuna odaklanır. Gözleniyor olma duygusu doğumda çalışan hormonları kesintiye uğratarak doğum sürecini yavaşlatır veya bozar. Anneye doğumda en az kişi ile yardım etmek, doğum sürecini pozitif etkileyecektir.

Suyu Geldi, Bebek Susuz mu Kaldı?

Doğum sürecinde suyun ne zaman geleceğini bilemeyiz. Anneler, bu bilgiyi sadece doğum sürecini yaşarken öğrenebilirler. Suyun, doğum kasılmalardan önce gelmesi çok acil bir durum olmayabilir. Su geldikten sonra 12-24 saat içerisinde doğumun kendiliğinden başlaması beklenir. Bir yandan su üretimi devam ettiği için bebeğin susuz kalması çok olağan değildir. İlk 24 saat içerisinde doğum gerçekleşmediyse "antibiyotik" tedavisi başlanabilir. Aktif fazda suyun gelmesi durumunda bebeğin susuz kalması gibi bir durum söz konusu değildir.

Beli Çok Ağrıyor, Bir Sorun mu Var?

Bel ağrısı doğumun ilerlediği, aktif fazda bebeğin inişi sırasında aldığı pozisyon ve annenin kuyruk sokumuna yaptığı basınçla ilgilidir. Bu nedenle bel ağrısı, doğumun doğal ilerlediğinin bir göstergesidir. Kuyruk sokumuna yapılacak baskılı masaj veya sıcak uygulamalarla anne rahatlatılabilir.

Gözleri Neden Kapanıyor? Çok mu Yoruldu?

Müdahale edilmemiş ve kendi doğasına bırakılmış doğumlarda, sürecin hızlandığı aktif fazda annenin doğum hormonlarında da artış olur. Doğumun ilerlemesi için gerekli olan oksitosin hormonunun yanı sıra endorfin de artar. Annenin uyku ihtiyacı, artan endorfin hormonuyla ilgilidir. Endorfin hormonu annenin kasılmalar arasında dinlenmesini sağlayarak yeni kasılmalar için onu hazırlar. Anne uykulu ise doğum süreci doğal olarak ilerliyor demektir.

Çok Uzun Sürdü Ne Zaman Doğuracak?

Doğum yavaş ilerleyen ve uzun biyolojik bir süreçtir. Bu sürece saygı göstermemek ve gereksiz müdahaleler uygulamak, sezaryen yapmanın yolunu açabilir. Sağlık personeli kadar anne-baba adayı da sürece saygı göstermelidir. Anne-baba doğuma hazırlık eğitimi almışlarsa, doğum sürecinin yavaş ve uzun süreceğini bilirler.

Karım Kusuyor, Neden?

Doğum sürecinin ilerleyen fazlarında kasılmalarla açılmaya başlayan rahim ağzına, bebeğin başının basısı sonucu annede bulantı ve kusma olabilir. Baba adayları bu durumdan endişe duysalar da, aslında bu durum doğumun normal ilerliyor olduğunu ve yaklaştığını gösterir.

Neden Yatmak İstemiyor?

Annenin yatarak kasılmaları karşılaması, bebeğin annenin kuyruk sokumu kemiğine baskı yaparak daha çok ağrı duymasına sebep olur. Doğumda annenin dikey olarak durması bebeğin yerçekimini de kullanarak doğum kanalına inmesini kolaylaştırır. Anne içgüdüsel olarak bu bilgiyle hareket eder. Annenin serbest hareket etmesi hem fiziksel hem de psikolojik açıdan anneye kolaylık sağlar. Anneyi yatağa yatmaya mecbur etmek, doğumun doğal ilerleyişine müdahale etmektir.

Doğumda Baba Adaylarına Tavsiyeler

• Doğumda eşinizin başucunda olun.
• Ikınma çabalarını destekleyin.
• Pozitif ve destekleyici cümleler kullanın.
• Sakin olmaya çalışın ve doktorla iletişimi devam ettirin.
• Doktorun ya da ebenin talimatlarını birlikte tekrarlayın.
• Doğum sancıları arasında dinlenmesini sağlayın.
• Doğumdan sonra da yanında olun.

Düzensiz Beslenme ve Hareketsizlik Karaciğeri Yağlandırıyor

Ülkemizde her 5 kişiden birinde görülen karaciğer yağlanmasının en önemli iki nedeni, düzensiz beslenme ve hareketsiz yaşamdır. Kilo fazlalığı olanlar, şeker hastaları, hızlı kilo alıp veren kişiler ve bazı genetik hastalığı olan bireyler karaciğer yağlanması yönünden risk grubundadır. 

Memorial Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Zülfikar Polat, karaciğer yağlanması hakkında bilgi verdi.

Karaciğer yağlanması siroza yol açabilir
Karaciğer yağlanması karaciğer hücreleri içinde yağ damlacıklarının birikmesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Karaciğer hücrelerinde yağ birikiminin yanı sıra karaciğerde sertleşme ve bazı ilerleyici hasara yol açan durumlar, siroza kadar gidebilmektedir. Karaciğer yağlanmasının görülme sıklığı, obezite ve insülin direncinden kaynaklanan, hareketsizlik ve beslenme bozuklukları gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden önümüzdeki yıllarda yapılacak karaciğer nakillerinin çoğunun, karaciğer yağlanmasına bağlı gelişen sirozlu ve bu nedenle gelişecek karaciğer kanserli hastalara yapılacağı öngörülmektedir.

Halsizlik ve yorgunluk karaciğer yağlanması belirtisi olabilir
Karaciğer yağlanması olan kişilerde sıklıkla görülen belirtiler; halsizlik, bitkinlik ve isteksizliktir. Özellikle karaciğer testleri yükselen hastalarda halsizlik belirginleşir. Hastalığın tanısında kullanılan en temel yöntem ultrasonografidir. Bu yöntemle hastaya herhangi bir zararlı ışın vermeden, ses dalgalarıyla karaciğerin yapısı belirlenebilir. Ultrasonografik olarak yağlanma saptanan hastanın kanında karaciğer testlerinde yükselme ve insülin direnci olup olmadığına bakılmalıdır. Karaciğer testlerinde yükselme saptanan hastalar 3 veya 6 aylık düzenli takibe alınmalıdır. Hastalığın basit yağlanmamı yoksa ilerleyici tip mi olduğunu anlamanın en önemli yöntemi "karaciğer biyopsisi"dir. Bu yöntemde karaciğerden bir iğne ile parça alınıp incelenir ve karaciğerde inflamasyon olup olmadığı, karaciğerdeki sertleşme derecesi(fibrozis) ve risk durumu tespiti yapılır.

Haftada en az 150 dakika tempolu yürüyüş yapın
Karaciğer yağlanmasını önlemede en önemli iki yöntem diyet ve spordur. Burada amaç hem kilo fazlası olan bireylerde ideal kiloya ulaşmak hem de insülin direncini düzeltmektir. Diyette özellikle günlük kalori alımının azaltılması, trigliseridden fakir beslenilmesi, bol sebze tüketilmesi, glisemik indeksi yüksek gıdalardan kaçınılması önerilmektedir. Hastaların ayda en fazla 3 kg vermesi hedeflenmelidir. Çünkü hızlı kilo alıp vermek de karaciğer yağlanmasının şiddetlendirebilmektedir. İnsülin direnci, karaciğer yağlanmasına neden oluşturma teorilerin temelini teşkil etmektedir. Bu nedenle karaciğer yağlanması olan kişiler günlük aktivitelerini artırmalıdır. Haftada en az 150 dakika olacak şekilde hızlı tempolu yürüyüş veya hafif tempolu koşu en çok önerilen spordur. Ağır kas egzersizleri ise önerilmemektedir.

Güzel bir gülüş olumlu iletişim kurma yöntemidir

Güzel ve içten bir gülümsemeye sahip olmak çevrenizi ve insanların sizi nasıl algıladığını etkileyebilir. Çünkü güzel bir gülüş olumlu iletişim kurmanın bir yöntemidir.

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, "Bazı insanlar ortodontik tedavi görmeksizin düzgün sıralı dişlere sahip olduğundan daha şanslıdır. Yine de önemli olan algılamadır. Çünkü iyi sıralanmış dişler gülümsemeyi güzel yapan özelliklerden yalnızca biridir. Yaşam boyu güzel ve sağlıklı bir gülümsemeye sahip olmak için başka kriterler de gerekmektedir. Güzel bir gülümseme için samimi olunması gerektiği unutulmamalıdır. Güldüğünüz zaman içten olmak önemlidir çünkü duygular sizi yansıttığından yalan söylemezler" diyor.

SAĞLIKLI VE GÜZEL DİŞLER İÇİN TÜYOLAR

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, "Güldüğünüz zaman insanların fark ettiği ilk özelliğiniz, dişlerinizdir. Onlara bakım yapmak muhteşem görünmenize yardım edebilir. Her gün, tercihen her öğünden sonra diş fırçalamak önemlidir" diyor. Diş Hekimi Pertev Kökdemir, diş bakımının nasıl yapılması gerektiğini anlatıyor:

Diş fırçalama; yemek artıklarını, çürük ve dişeti hastalıklarına neden olan bakteri plağını uzaklaştırır.
Dişler, yumuşak kıllı bir fırça kullanılarak aşağı yukarı hareketle birlikte titreşim uygulanarak fırçalanmalıdır.
Dişlere ve diş etine zarar vermekten kaçınmak için çok sert ve çok hızlı fırçalama yapılmamalıdır.
Elektrikli diş fırçaları oldukça iyi temizlik sağlayabilir. Ancak manuel diş fırçasıyla iyi bir fırçalama başarıyorsanız elektrikli diş fırçası kullanımı gerekli değildir.
Dişlerinize zarar vermemek için içinde aşındırıcı maddeler olmayan diş macunları kullanılmalıdır.

DİŞ İPİ KULLANMAYI İHMAL ETMEYİN

Günlük diş ipi bakımı yapılmalıdır. Diş fırçalama ile diş yüzeyinin sadece yüzde 65'i temizlenir. Diş ipi, dişlerin arasındaki besin artıklarını ve bakteri plağı kalıntısını uzaklaştırır.
Sigara içilmemelidir. Sigara sadece dişler üzerinde leke oluşmasına neden olmaz aynı zamanda sağlığa da zararlıdır.
Dişlere zararlı olan ve leke oluşturan yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Özellikle asitli içecekler ve enerji içecekleri hem dişlere zarar verir, hem de genel sağlığı olumsuz etkiler.
Kırmızı şarap ve kahve dişlerde leke oluşturabilir ama aşırı miktarda tüketilmediği takdirde sağlığa zarar vermez.

YEŞİL ÇAY DİŞLERİ RENKLENDİRİR

Çay, özellikle yeşil çay dişleri çok fazla renklendirebilir. Eğer yeşil çayı çok tüketiyorsanız ve dişleriniz lekeleniyorsa; profesyonel diş temizliğinin daha sık yapılması gerekebilir.
Eğer diş çürüğünüz varsa, mükemmel bir ağız hijyeni bunu iyileştirmez. Bu durumda diş hekimine gidilmesi gerekir.
Kompozit yani beyaz dolgu gibi basit tedavilere ya da daha geniş kapsamlı sorunlarda kuron ve veneerlere ihtiyaç duyulabilir.
Tüm dişleriniz sağlıklıysa; her altı ayda bir düzenli kontrollerle diş sağlığınızın devamlılığından emin olmalısınız.

RAHATLAYIN, YÜZ KASLARINIZI GERMEYİN

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, tüm diş bakımlarınızı yaptıktan sonra nasıl içten ve sağlıklı bir gülüş elde edebileceğinizle ilgili tavsiyelerde bulunuyor:

Özgüvenli olun, pozitif konuşun ve size iyi gelen şeyleri yapmaya çalışın.
Rahatlayın; rahatlamadığınız zaman dudaklarınız ve yüz kaslarınız daha gergin görünür.
Gözlerinizle nasıl gülüneceğini öğrenin.
Olumlu düşüncelere sahip olun; gülerken sizi mutlu eden şeyleri düşünün.

Ağrılardan Kurtulayım Derken Sakatlanmayın

Bel ve boyun fıtıkları, eklem burkulmaları, romatizma ve kireçlenme gibi rahatsızlıklar vücutta ciddi ağrılara neden olabiliyor. Bu ağrıların kulaktan dolma bilgilerle ve yanlış yöntemlerle giderilmeye çalışması, sakatlanmalara ve kalıcı hasarlara yol açabiliyor. 

Memorial Hizmet Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü'nden Uz. Dr. Demet Tekdöş Demircioğlu, ağrılarla ilgili doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgi verdi.

Her bel ağrısı fıtıktan kaynaklanmıyor
Bel ağrıların büyük çoğunluğunun fıtıktan kaynaklandığı düşünülse de belde meydana gelen ağrıların %80-85 sebebi yumuşak doku zedelenmeleridir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kişinin yakınmasına neden olan bel ağrısının kaynağının belirlenmesidir. Yumuşak doku zorlanmaları veya güçsüzlüğünden kaynaklanan ağrıların önemli bir kısmının tedavisi egzersizle güçlendirme ve beli doğru kullanmayı sağlama ile giderilmektedir.

Sert zeminde değil ortopedik yatakta yatılmalı
Bel ağrılarında yapılan en büyük yanlışlardan biri de sert zeminde yatmaktır. Sert zeminde yatmanın bel ağrılarına iyi geldiği yönünde hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır. Çok sert ve kemik çıkıntılarına baskı yapacak bir zemin istirahat için uygun değildir. Bel ağrılarında verilen yatak istirahati ne çok sert ne de çok yumuşak olmayan yataklarda yapılmalıdır. Kişinin omurga biyomekaniğini bozmayan ortopedik bir yatakta istirahatin gerçekleştirilmesi en doğru yaklaşımdır.

Korse yarardan çok zarar verebilir
Beldeki en küçük bir ağrıda bile korse kullanılması bu konuda yapılan hatalar arasında yer almaktadır. Korse kullanılması çok kısıtlı bir alanda ve kısıtlı bir süre için önerilmektedir. Korse kullanımının 3 haftadan kısa tutulması gerekmektedir. Uzun süreli korse kullanımları bel kas kuvvetlendirme programlarının tam tersi kasları güçsüz bırakacağı için zararlı olabilmektedir. Beli kuşakla sarmak bile korse ile aynı olumsuz etkiyi gösterebilmektedir.

Fizik tedavi seanslarım bitti diyerek dikkatsiz davranmayın
Özellikle bel ve boyun ağrılarından sonra fizik tedavi, ilaç ve cerrahi gibi birçok tedavi seçeneği bulunmaktadır. Tedavilerden sonra tedbirsiz ve dikkatsiz davranmak yaşanan ağrının tekrarlanmasına neden olabilmektedir. Gerek cerrahi müdahaleler gerek fizik tedavi sonrasında hastalara düşen belli görevler bulunmaktadır. Doğru egzersiz programlarıyla bel, karın ve boyun kaslarının güçlendirilmesi gerekir. Bununla birlikte hastaların zararlı yaşam alışkanlıklarını da değiştirmesi çok önemlidir. Fiziksel aktivite hayatın her alanına katılmalıdır.

Eklem ağrılarına sıcak yerine soğuk uygulanmalı
Önceden teşhisi konulmamış ve ani gelişen eklem ağrılarında ilk tercih edilen yöntem soğuk uygulama olmalıdır. Bilek burkulması, dirsek, el bileği, omuz ve diz gibi eklemlerde ortaya çıkan ağrının kaynağı ödem, tendon kopması ya da kaslardan olabilir. Ağrının olduğu alana sıcak uygulanması var olan bir ödemin artmasına neden olabilmektedir. Eklem ağrılarında soğuk uygulamanın tek yan etkisi kas spazmı olurken sıcak uygulama çok daha ciddi tablolara neden olabilmektedir.

Eş ya da arkadaş masajı ile ağrılardan kurtulmaya çalışmayın
Eklemlerde meydana gelen ani ağrılara ilk seçenek olarak masaj uygulamak yanlış bir yaklaşımdır. Profesyonel ellerde yapılmayan masaj zaten dokularda var olan hasarı daha da artırabilir. Bu dönemde yapılması gereken soğuk uygulama ile ağrılı bölgeyi bandajla istirahate almak olmalıdır. Ağrılı eklemi bandajlamak eklemi hareketsiz hale getirerek istirahate alacağı gibi, var olan ödemin genişlemesini kontrol altına almaktadır.

Kaplıcaya romatizmanızı tetikleyebilir
İltihaplı eklem romatizması olan hastalar ağrılarından kurtulmak için kaplıcaları tercih etmektedir. Özel durumlarda tedaviyi destekleyici olarak tavsiye edilebilen kaplıcaları, birebir tedavi yöntemi olarak görmek doğru değildir. Özellikle iltihaplı eklem romatizması olanların doktor görüşü olmadan kaplıcalara gitmemesi gerekir. Sıcak uygulamanın genel etkileri nedeniyle eklemlerde var olan ödem ve iltihabı artırarak romatizmal ağrıların şiddetlenmesine neden olabilmektedir. Sıcak uygulamadan fayda görecek, su içi egzersizlerden yararlanacak ve kaplıcalardaki minerallerden fayda görecek hastaların bu alanlara yönlendirilmesi gerekmektedir. Kireçlenme rahatsızlığı olan hastaların kaplıcalara gitmesi olumlu sonuçlar verebilmekle birlikte, kireçlenmenin akut dönemlerinde olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Hastaların kaplıcaya gitmeden önce bir doktora gitmesi ve uzman desteği alarak hareket etmesi doğru olacaktır.

Kalsiyumun kireçlenmeyi arttırdığı inancı yanlış
Toplumda kalsiyum kullanmanın kireçlenmeyi artırdığı yönünde yanlış bir inanış bulunmaktadır. Radyolojik görüntülemelerde eklemlerin içinde kalsiyum kristallerinin birikmesine benzer bir görünüm olmasından dolayı hastalar özellikle kalsiyum vitamini kullanmak istememektedir. Bir aşınma hastalığı olan kireçlenmede (artroz) eklemlerde kalsiyum birikmesi yaşanmamaktadır. Diz, ayak bileği, omurga kireçlenmeleri yaş ile birlikte artan rahatsızlardır. İlerleyen yaşlarda ortaya çıkan bir başka rahatsızlık olan osteoporoz yani kemik erimesi hastalarının özellikle kalsiyum vitamini desteği alması gerekmektedir. Kalsiyum ve D vitamini desteği alması gereken hastaların kireçlenmeyi bahane etmesi olumsuz tabloların oluşmasına neden olabilmektedir.

Probiyotikler bağışıklık desteği sağlıyor


Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte başta grip olmak üzere çeşitli enfeksiyonların artabileceğine dikkat çeken uzmanlar, bu hastalıkların önlenmesinde probiyotiklerin önemli olduğunu söyledi. 

Çocuk Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Raşit Yağcı, enfeksiyonların önlenmesinde ve bu hastalıklar nedeniyle sık sık antibiyotik alanlara bağırsak mikroflorasını düzenlemeye yardımcı probiyotik destekler verilmesini tavsiye etti.

Havaların soğumasıyla beraber günlük alışkanlıklarımız değişiyor; yaz mevsiminde daha çok parklarda ve bahçelerde geçirilen zamanlar kışın gelmesiyle beraber sinema, tiyatro, restoran ve alışveriş merkezleri gibi kapalı ortamlara taşınıyor. Çok sayıda kişinin bir araya geldiği kapalı alanlar ise başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalık ve enfeksiyonlara zemin hazırlayabiliyor.

Kış mevsimiyle beraber değişen günlük alışkanlıkların başta çocuklar olmak üzere her yaştan kişiyi bulaşıcı hastalıklara daha yatkın hale getirebileceğine dikkat çeken uzmanlar, mevsim geçişlerinde bağışıklık sistemini güçlendirmek için probiyotik kullanımının önemine dikkat çekiyor.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, içinde bulunduğumuz mevsim geçişlerinde ve kış döneminde özellikle bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde bağışıklık sistemini güçlendirmenin önemli olduğunu söyledi.

Kış döneminde kapalı mekanlarda geçirilen zamanların arttığına dikkat çeken Prof.Dr. Yağcı, "Havaların soğumasıyla beraber açık havada geçirilen zamanlar azalıyor, kış döneminde daha çok herkesin yoğun olarak gittiği kapalı mekanlar tercih ediliyor. Bu da başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalıkların ve enfeksiyonların yayılmasında etkili oluyor. Bu dönemden en çok bebekler, çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar olumsuz etkilenebiliyor." dedi.

Güzel havalar değerlendirilmeli

Mevsim geçişleri ve kış döneminin özellikle okula yeni başlayan çocuklar için mikrop ve bakterilerle tanışma dönemi olduğunu belirterek "Çocuklar bu dönemde başta grip olmak üzere çeşitli bulaşıcı enfeksiyonlara yakalanabilir. Bu nedenle hijyen kurallarına ve beslenmeye dikkat etmek gerekir. Çocuklarda el hijyenine dikkat edilmelidir, özellikle yemeklerden önce ve sonra el yıkama alışkanlığı kazandırılmalıdır. Meyve ve sebze ağırlıklı beslenmelerine özen gösterilmeli, bunların hazırlanması sırasında hijyen kurallarına uyulmalıdır. İyi havalar değerlendirilmeli, doğada ve parklarda daha fazla zaman geçirilmelidir" dedi.

Bu dönemde hastalıkları önlemenin ilk şartının bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi olduğunu belirten Prof.Dr. Raşit Vural Yağcı, bağışıklık sisteminin güçlenmesinde probiyotik beslenmenin önemine dikkat çekti. Prof.Dr. Yağcı, şunları söyledi:

"Tabiatın gösterdiği kurallara uymazsak alerjiler ve diğer hastalıklar artacak. Çocuğun özellikle normal doğumda tanıştığı bakteriler, bebeklikten itibaren çocuğun sağlığını da yönetir. Bu bakterileri ne kadar sağlıkla karşılar ve korursak o kadar sağlıklı kalırız. Çocuğun çok küçük yaşlardan itibaren fermente ürünlere alıştırılması gerekir. Çocukları doğru yiyeceklere alıştırır ve market ürünlerine girmezsek, her zaman doğru ürünleri tercih eder. İyi beyin gelişimi olduğu için zeka puanı yüksek olur. Fermente yani içine bakteri karıştırılan tüm ürünler iyidir. Bunlar, yoğurt, peynir, ev turşusu, şalgam ve boza fermente ürünlerdir ve çok iyidir. Bir beslenme destek ürünü olan probiyotikler de fermente ürünlere nazaran bağırsak mikroflorası için gerekli yüksek sayıda dost bakteri içeriği ile vitaminlerden daha kıymetlidir ve antibiyotik kullanımı, diyet değişikliği, enfeksiyonlar gibi dengenin bozulduğu durumlarda bağışıklığı güçlendirir, sindirim sistemini düzene sokarak ishal, kabızlık, gaz gibi sorunların giderilmesine yardımcı olur."

"Bağırsaklar, sağlığın kumanda odası ve ikinci beyindir"

Bağırsakların sağlığın kumanda odası olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yağcı, bağırsakların aslında ikinci beyin olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yağcı, hastalıkların tedavisinde kullanılan antibiyotiklerin de bağırsaktaki yararlı bakterileri de öldürdüğünü belirterek antibiyotik kullanımı ile birlikte mutlaka probiyotik takviyesi yapılması gerektiğini kaydetti. Prof.Dr. Yağcı, şöyle devam etti:

"Vücudumuzdaki bakteri topluluğunu korumak çok önemlidir. Beslenme destek ürünü probiyotik ilaçların kullanımından korkmamak gerekir. Çocuklara gereksiz yere antibiyotik vererek çocuğun mikrobiyotasında katliam yapılıyor. Çünkü antibiyotikler yararlı bakterileri de öldürüyor. Bu durumda sindirim düzenlemeye ve bağışıklık güçlendirmeye yardımcı probiyotiklerden destek almak faydalıdır. Antibiyotik kullananlar, bulaşıcı hastalıklara ya da enfeksiyonlara yakalanma riski taşıyanlar bu ürünlerden özellikle kış döneminde yararlanabilir. Probiyotikler, hayatın döngüsü içinde çok önemli bir yere sahiptir."

Alışveriş Bağımlısı Eşler Mutluluk Oyunu Oynuyor!

Sürekli alışveriş yapan, alışveriş bağımlılığı olan kişiler, eşlerinde psikolojik sorunlara yol açıyor. 

Eğer bir ilişkide iki taraf da takıntılı ve aşırı alışveriş yapıyorsa, sorun inkâr edilerek danışıklı dövüşe dönüyor. Her ikisi de sadece anı yaşayarak çatışmalardan kaçınıyor ve mutluluk oyunu oynuyor.

Uzmanlar alışveriş bağımlılığının tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olduğunu ifade ediyor.
Alışveriş yapmayı takıntı haline getiren, mutluluğu sürekli bir şeyler satın alarak bulacağını sanan alışveriş bağımlısı kişilerin, eşlerinde de psikolojik sorunlar yaşatabildiğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, bu kişilerin alışveriş bağımlısı eşlerini mutlu edebilmek amacıyla sorunu görmezden gelebildiklerini söyledi.

Bağımlılık Görmezden Geliniyor!

Ünsalver'in verdiği bilgilere göre, eşi alışveriş bağımlısı olan eş, eşini mutlu edebilmek adına alışveriş sorununu görmezden gelebilir. Ya da bağımlı olan eş, alışveriş sorunu yaşayan eşinin duygularını ve mali davranışlarını kontrol ederek düşük olan özgüvenini artırabilir. Aslında alışveriş bağımlılığının diğer eş tarafından desteklenmesi evlilik ilişkisini güçlendirir gibi gözükse de, bu durum sorunun daha da derinleşmesine neden olur. Öyle ki bazı ileri vakalarda, alışveriş bağımlısı eşinin harcamalarını karşılamakta güçlük yaşayan kişi, bu durumdan kendisini sorumlu hissederek başkalarından borç almaya ya da kaynak oluşturabilmek için ek işler yapmaya yönelebilir. Öte yandan bağımlı olan eş, eşinin alışveriş sorununu açık bir şekilde konuşmaktan kaçınır çünkü kendisine kızmasından ya da terk etmesinden korkar. Alışveriş sorunu olan kişi ne kadar harcama yaparsa yapsın bir türlü mutlu olamayacak; bu durumda eşi de yetersizlik hissedecek, kendine güveni daha da azalacak, zamanla öfke ve pasif agresif davranışlar sergileyecektir.

Eşler Mutluluk Oyunu Oynuyor!

Bazen, eşlerin her ikisinde birden alışveriş takıntısı bulunabildiğini bu durumun, sorunu ikiye katladığını kaydeden Ünsalver, iki eşin de sorundan kaçarak mutluluk oyunu oynayabileceklerini belirtti. Ünsalver şöyle dedi:
"Eğer bir ilişkide iki taraf da takıntılı ve aşırı alışveriş yapıyorsa, sorun inkâr edilerek danışıklı dövüşe döner. Her ikisi de sadece anı yaşayarak çatışmalardan kaçınır ve mutluluk oyunu oynarlar. 'Parayı mezara mı götüreceğiz?' düşüncesi birikim yapmanın ya da iktisatlı davranmanın önünü tıkar. Alışveriş sorununu konuşmamak ya da görmezden gelmek için sessiz bir anlaşma imzalanmış gibidir. Bazen eşlerden birinin alışveriş yapması diğerini de tetikleyebilir. Koca, eve yeni model cep telefonuyla geldiğinde karısı ertesi gün alışveriş merkezine gidip o sabah gördüğü fakat pahalı olduğunu düşündüğü için almaktan vazgeçtiği ayakkabıları satın alabilir. Bazen de eşin alışveriş yaptığını görmek, diğer eşin yaptığı alışverişten duyduğu suçluluğu onarabilir. İki tarafın da sorunlu olması tablonun gizli kalmasına ve çözümün gecikmesine neden olur."

Alışveriş Bağımlılığı Tedavi Edilmeli

Alışveriş yapmayı bazı kişilerin eşi ile yaşadığı sorunlardan uzaklaşmanın bir yolu olarak gördüğünü belirten Ünsalver, eşle yaşanan sorunları çözmek için uzmandan destek almaları gerektiğinin altını çizdi. Eşin desteğinin tedavide iyileşme sürecini hızlandırdığını söyleyen Ünsalver, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Alışveriş sorunu olmayan eş, alışveriş sorunu konusunda olabildiğince şefkatli fakat aynı zamanda alışveriş davranışından kendini ayırmış olmalıdır. Eşinin bir sorun yaşadığını, bunun bir hastalık olduğunu görüp onu yargılamamalı, nasihatte bulunmamalı ama eşe destek vermek için alışveriş davranışına da eşlik etmemelidir. Eğer ağır düzeyde bir alışveriş sorunu varsa, eş aileyi koruyabilmek adına gerekirse kendi hesaplarını ayırmalıdır.

Sürekli borçları kapamak ya da alışverişleri görmezden gelmek sorunun yok olduğu anlamına gelmez. Çiftler, eş kurtarıcı rolünü üstlenmekten uzak durarak çökkünlük ve yıpranmaktan kendilerini koruyabilirler."

Haftada 150 dakika yürüyüş hayat kurtarıyor

İngiltere'de yapılan bir araştırma, haftada 150 dakika tempolu yürüyüş ya da bisiklete binmek gibi orta şiddetli aktivitenin, yaşam süresini uzattığını, kaliteli uyku sağladığını, depresyon ile bunama riskini azalttığını ve hastalıklara yakalanma riskini düşürdüğünü ortaya koydu.

İngiltere sağlık bakanlığı ortaklığında ülkenin önde gelen sivil toplum kuruluşları "Ramblers" ve "Macmillan Cancer Support" tarafından gerçekleştirilen araştırma ile hastalıklara bağlı ölümlerin engellenmesinde fiziksel aktivitenin etkisinin ölçülmesi ve bu doğrultuda yerel yönetimlerin fiziksel aktivite imkanlarını arttırması için teşvik edilmesi amaçlanıyor.

Haftada 150 dakika tempolu yürüyüş ya da bisiklete binilmesi gibi orta şiddetli aktivite yapılması halinde hastalıklara bağlı ölümlerin azaldığını ortaya koyan araştırma, düzenli yürüyüş yapılması halinde 7 bin göğüs, 5 bin bağırsak kanseri, 295 bin diyabet vakasının görülmesini önlediğini ve yaklaşık 12 bin kalp hastasının acil müdahale riskini azalttığını gösteriyor.

"Türkiye, hareketsizlik konusunda Avrupa'da notu en kırık olan ülke"

Yapılan çalışmayı değerlendiren İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Spor Hekimi Prof. Dr. Erdem Kaşıkçıoğlu da araştırmanın düzenli yürüyüşün insan sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini söyledi.

Hareketsiz yaşamın "dünyada ölüm sebepleri arasında 4. sırada yer aldığını" belirten Kaşıkçıoğlu, "Dünya Sağlık Örgütüne göre hareketsizlik konusunda Avrupa'da notu en kırık olan ülkeyiz" diye konuştu.

Sağlıklı bir yaşam için mutlaka yürüyüş yapılması gerektiğini vurgulayan Kaşıkçıoğlu, şunları kaydetti: "Çünkü yürüyüş, hareketin en masum ve en doğal şeklidir. Yürüyüş herkesin rahatlıkla yapabileceği, basit ve bedava bir yöntem. Haftanın 3 günü veya daha fazlasına yayarak toplamda 150 dakika yürüyüş öneriyoruz. Fakat, ülkemizde şehir planlama, özellikle kaldırım yapılanmaları konusunda ciddi çalışmalar yapılması gerekiyor. Yürüyüş alanlarının insanlar için mutlaka yaratılması gerekiyor. Yürüyüş, aynı zamanda meme kanseri, kolon kanseri gibi birçok hastalık için önleyici oluyor. Elimizde yürüyüş gibi ani ölümleri engelleyen, kilo kontrolü sağlayan, kalp ve damar hastalıklarını ve şeker hastalığını engelleyen bir ilaç var ve insanlarımız bu ilacı kullanmayı reddediyor. Bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor."